26 Mayıs 2017 Cuma

Ülkemizdeki düşünce hayatının yoksulluğu; Erol Göka

Bu ülkede edebiyat daha çok mizah ve şiir demektir. Elbette mizah ve şiiri küçümseyemeyiz; çok özel bir yetenek, güçlü bir söz gücü gerektirirler ama yetenek ve sözü, sabır ve özenle işlemenin şart olduğu, uzun süreli bir çabaya dayalı olan roman ve düşünce eserleri buralarda pek geçer akçe değildir. Aynı şekilde hepimizin övündüğü parlak düşünce zirvelerimiz elbette vardır ama bunların sayıları asla iki elin parmaklarını geçmez, bir düşünce geleneği oluşturmaz… Varsa yoksa mizah ve şiir! Genellikle kitleler halindeyken sağlanan beğeni; kısa ve ani kahkaha ve ışıltılar. Cümbüş. Karnaval. Ağdalı söz. Retorik. Hayranlık ve alkış…

Buradaki gündelik hayatta bireysel yönelimler, ince-yüksek, sabır isteyen uğraş ve beğeniler temel rolü oynamıyorsa parlak yazarlarımızı gencecikken gazete köşelerinde katletmemizin payı büyük. Bu katliamı durduramazsak ülkemizdeki düşünce hayatının yoksulluğundan kurtulamayız.
Şimdi olsa elbette bu cümleleri tercih etmez, böyle konuşmazdım ama düşüncelerim ve hissiyatım temelde aynı. Ne yapıp edip toplumuzdaki segmentasyonu aşmalıyız. Yeni sistem, bize bir sıçrama imkânı sağlıyor. Değerlendirelim, üzerimize düşeni yapalım. Yazıyı bu şekilde bitirmek istiyorum, gelen Ramazan'ın yüzü suyu hürmetine. Ama “medya” diye konuşmaya başlamışken “devam et, televizyonların hallerinden de bahset”, “insanların ve devletin itibarını hiçe sayarak her gün yeni bir 'adam asma oyunu' oynayan, bir avuç çetenin sosyal medya işgalini de anlat” dediğinizi de duyuyor, kaydediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder